blackseastorm Administrator
Mesaj Sayısı : 491 Yaş : 36 Nerden : İstanbul Memleketim : Trabzon İlgi Alanlarım : Karadeniz Kayıt tarihi : 08/04/07
| Konu: Karadeniz sisli ve bulanıktır Ptsi Nis. 16, 2007 9:54 pm | |
| 'Niko'nun Kemençesi'nde, on üç öykü yer alıyor. Kitapta yer alan birçok öykünün mekânı ise mübadele acısıyla şekillenmiş Karadeniz
ERKAN CANAN
Kaynak: (Radikal Gazetesi, Kitap Eki) Daha önce Pontus Kültürü adlı sosyolojik/folklorik çalışmasıyla tanınan Ömer Asan'ın, Niko'nun Kemençesi adlı öykü kitabı yayımlandı. Yazarın bu kitabında yer alan öykülerin çoğu mekân olarak Karadeniz'de geçiyor. Karadeniz bu öykülerde de bildiğiniz Karadeniz gibi şen şakrak. Ama yazarın bu öykülerinde, Karadeniz'in güldüren, deli dolu yüzünün derininde, tarihi mübadele acısıyla şekillenmiş bir coğrafyaya tanık oluyoruz. Göç ettirilmenin en acı veren yanı, bizi biz yapan geçmişimizi, benliğimizin oluştuğu tarihi coğrafyayı bizden alıp götürmesidir. Kitaba adını veren 'Niko'nun Kemençesi' adlı öykü, tüm geçmişimizin yok sayılması olan bu zorla göçe odaklanır. Bu öykünün kahramanı, Trabzon'da doğan Niko adında bir Rum, doğup büyüdüğü şehirden, Selanik'e göç etmiştir. Bu yeni acılar anlamına gelen yeni mekânda, Niko'nun Trapezunta'ya, Of'a duyduğu özleme ortak oluruz. Göç bir halkı sürmeyi amaç edinmişse de, Niko'nun kimliğinde bunun, bireysel acısını fark ederiz. Göçün bu acı veren yönünün nedeni, bunun kendisinin aldığı bir karardan öte, kendisi dışında gelişen, büyük bir dış etkenin belirlediği ve ardından kendisine dayattığı bir gerçek olmasındandır. Dolayısıyla Niko, genel bir siyasetin trajedisidir. Karadeniz'de yaşayan Niko gibi Rumlar için göç kabul edilemezdir. Zaten muhacirlik günleri başladığında, O'nun gibi göç etmek zorunda kalan tüm insanlar, bunun uzun süreli bir göç olmadığına kendilerini inandırmak ister. Sanki bu gidiş çok kısa sürecek, ardından, tekrar doğdukları ve sevdikleri bu coğrafyada hayata devam edeceklerdir. Niko bu ortak şaşkınlığı şöyle ifade eder: "O kahrolası muhacirlik vakti geldiğinde yanımıza hiçbir şey almamıştık. Her şeyi olduğu gibi bıraktık. Ne bilelim; kısa bir yolculuğa çıktığımızı sanıyorduk. Evlerimizi terk ederken bardakları, tasları sofrada bıraktık. Birisi uğradığında istediği gibi yesin içsin, bacamız tütsün, evimiz konuklamaya devam etsin diye..." (s. 14). Fakat Niko'ya ve onun gibilere, insani olan özlemlere rağmen, siyaset soğuk akılcılığından taviz vermez.
Dayanışma ve yakınlık Rumlar, bu muhacirlik sırasında, döneceklerine dair o iyimser inançlarından dolayı yanlarına hiçbir şey almamıştır. Niko'ya da Trabzon'daki hayatından geriye kalan tek şey ise kemençesidir. O'nu şimdiki hiçliğinde, yalnızlığında avutan tek şey, göç etmeden önceki hayatının imleyeni olan bu kemençedir işte. Kemençe kendisi için bir bellektir kesinlikle: Trapezunta yaylalarındaki buz gibi suları, Meryem Ana Deresi'ni, horonu, türküleri, kısacası geçmiş hayatına dair tüm imgeleri kendinde saklayan bir bellek. 'Gracia's Alavita' adlı öykü, ilk başta bir evrim öyküsü gibi görünür. Fakat öykünün asıl kurgusu, bu evrime dayanarak, modern hayatın ve modern insanın çelişkileri üzerine şekillenir. Yazar, evrimden milyonlarca yıl sonraki şimdiki insanı; ilk insanla karşılaştırarak oluşturduğu bu öyküde, siyasetin yok saydığı bir kültürün bireyiyle bu ilk insan arasında koşutluklar kurar. Kendisine göre, dili yasaklanmış, kültürü yok sayılmış günümüzün böylesi bir bireyi, ilk insan gibi duyusuz, algısız, zihinsel edimlerden yoksun, doğanın tüm tehlikeleriyle karşı karşıyadır. Yazarın bahsettiği günümüz bireyi, daha doğrusu evrimden milyonlarca yıl sonraki şimdiki insanı, Rum kültürünün herhangi bir bireyidir. Öykü, dili yasaklanan, yok sayılan bireylerin/grupların, özellikle bu öykü bağlamında Rumlar'ın yaşadığı kaybediş duygusu üzerine odaklanır. Bu kurguda dil, modern insanı, daha doğru bir tanımla evrimin son hâlindeki günümüz insanını ifade eder. Kendi dilini kullanması yasaklanmış, kendi kültürünü yaşaması engellenen bir insana egemenler tarafından reva görülen insanlık, tarihini ve dilini henüz oluşturamamış ilk insanın insanlığına eşdeğer bir insanlıktır. 'Hey Gidi!' adlı öykünün dayandığı temel izlek, yine Karadeniz'dir. Burada zaman olarak, Mübadele sonrası bir zamanda geçen 'Niko'nun Kemençesi'nin aksine, mübadele zamanında geçer. Öykü iki genç kızın, Heva ile Yorgia'nın dolayısıyla Müslüman ve Hıristiyan'ın yakınlıklarını merkeze alır. Bu öyküyü okurken, şimdi, Rum nüfusunun göçlerden sonra neredeyse ıssız bıraktığı Karadeniz'in, mübadele öncesi kültürel zenginliğine tanık oluyoruz. Bunu kısaca, Karadeniz'de o zamanlar faaliyet gösteren Rum ve Türk çetelerine rağmen, temelde halkta var olan dayanışma ve ilişkilerin yakınlığı olarak okuyabiliriz.
Azalıp yoksullaşan Karadeniz Öyküde ilgimizi çeken en önemli nokta, Türkiye göz önüne alındığında, en başta Rumları hedef alan mübadelenin, daha sonra nasıl da, Türkleri de zehirlediği, onları da yalnızlaştırdığı gerçeğidir. İşte Heva ve Yorgia, aralarında sıcak ilişkilerin olduğu iki halkı, siyasi kaygılara kurban edilen iki halkı, Rumları ve Türkleri temsil eder. Mübadele çok iyi iki dost olan Heva ile Yorgia'yı birbirinden koparmakla kalmamış, özellikle bunun Türk tarafında bulunan Heva'nın daha sonraki hayatını da acıyla şekillendirmiştir. Mübadele'yi, bunun sonucunda Rum tarafı eksilen Zisino köyünü ve tüm olup bitenleri, aradan geçen altmış yıldan sonra Heva'nın ağzından dinleriz. Mübadele'nin üzerinden altmış yıl geçmiştir, ama Yorgia'yla verdikleri söz Heva'yı sürekli o geçmişte, çok sevdiği o dostunun ailesiyle beraber köyden göç ettirildiği o günde asılı bırakmıştır. İkisi ilk kez beraber yaylalara çıkmışlardır. Ve bu ilk çıkışta birbirlerine verdikleri, bir daha asla yalnız yaylalara çıkmama sözü, daha sonra Heva'yı ve onun şahsında tüm bir Karadeniz coğrafyasını bağlamıştır. Heva'nın sözündeki bu inadı, sadece kendisi için değil, o coğrafyadan koparılan tüm Rumlar ve komşularından, kendilerini çoğaltan bir kültürden mahrum kalan tüm köylüler içindir. Bu inadındaki ısrar, aynı zamanda, kendilerini bölen, iradelerini dışlayan ve yok sayan politik egemenlere karşı alınmış bir tavırdır. 'Issızlığa İnat', geçmişiyle buluşma çabasında bir insanın, İlyas Çavuş'un öyküsüdür. Onun geçmişini imleyen mekân ise, ekonomik bahaneler yüzünden göçlerle boşalan, hayatının büyük bir bölümünü geçirdiği Erenköy adında bir köydür. İlyas Çavuş'un bu ıssızlığa, bu insansızlığa dönüşünün en büyük nedenlerinden biri de, annesinin ve eşinin mezarlarının burada bulunmasıdır. O, burada ölmek, annesinin ve eşinin yanı başında gömülmek, hayatının başladığı yerde, bu toprakta noktalanmasını istemektedir. İlyas Çavuş çocuklarıyla beraber göç ettiği İstanbul'dan, kendi deyimiyle 'Karanlık Şehir'den köyüne döner. Burada sözü edilen 'karanlık' geçmişi, mekânı kapsayan bir tarihi metaforize eder. Bu şehrin karanlık olması, O'nun burada doğmamış olması ve hayatının büyük bir kısmını geçirmemiş olması; şehrin tarihine ortak olmaması anlamında bir karanlıktır. Böylece geçmişiyle arasında, göçle beraber kopan bağ, tüm ıssızlığına rağmen köye yapacağı dönüşle tekrar kurulabilecek, bu tarihsizliğin verdiği karanlık ve yitiklik böylece giderilebilecektir. Ömer Asan'ın bu kitapta yer alan öykülerinin, mekân olarak Karadeniz'i kapsayanlarında en çok dikkatimizi çeken yönlerinden biri, doğa-insan ilişkilerine verilen büyük önemdir. 'Issızlığa İnat' için de böylesi bir ilişkiden bahsedilebilir. Özellikle bu öykü toprağa bir güzelleme gibidir. Göç, İlyas Çavuş için, insanın toprağa yaptığı bir nankörlük, bir vefasızlıktır. O'na göre, göç anne olan toprağa, onlara ekmek verip onları besleyen bu toprağa yapılacak en büyük ihanettir. Toprağın bereketini, onun içinde olanlar kadar kimse hissedemez. Bu nedenle, bir köylü olarak, doğayla birebir bağı olan bir insan olarak İlyas Çavuş'un, doğaya yabancılaşan insana duyduğu öfke gayet anlaşılırdır. Ömer Asan'ın Niko'nun Kemençesi'nde yer alan on üç öykünün tümü Karadeniz'e dair değil. Yukarıda tanıttığımız öykülerinin dışında; modern hayatı ve bireyi konu alan 'Terörist'; 'Olmuyor, Olmuyor, Olmuyor'; ütopik-masalsı ve öte dünya kurgusuna dayanan 'Yıl 2050', 'Bize Gömleğini Verir misin?', 'Ya İdris Ya!' ve öyküsü için konu bulma arayışında bir yazarı ve onun konusunun anlatıldığı 'Öykü Kokusu' bu kitapta yer alan diğer öyküler. | |
|