Bundan birkaç yıl öncesine kadar çocukları çok sevdiğimiz söylenemezdi. Eşimin ve benim bağımsızlığımıza çok düşkün olmamız, sürekli yeni yerler görmek ve gezmek arzumuz ve kariyer beklentilerimizde bebeğin bize ayak bağı olacağı düşüncesiyle çok uzun süre çocuk istemedik.
Zaten eşimle de Karadeniz'deki bir iş gezisi sırasında tanışmış sonra işimiz dolayısıyla Türkiye'nin dört bir yanını gezerken birbirimizi daha iyi tanımış ve nihayet evlenmeye karar vermiştik.
Evlilik hazırlığı içinde tek bir tabak dahi almadan hem eşimin hem benim bekarlık yaşamımızdan kalan eşyalarla uzun süre idare ettik. Elimize geçen ilk parayla da bir araba alıp hurda oluncaya kadar gezmeye devam ettik. Türkiye'yi bitirince yurt dışına dadandık. Meşhur seyyahlarımız gibi çok maceralı geziler yapamadık ama Avrupa'da tatil yapmanın çoğu zaman ülkemizde tatil yapmak ile hemen hemen aynı paraya geldiğini keşfedince de hem kış hem yaz tatillerimizi mütevazı oteller ve marketlerden alınan sandviçlerle de olsa uzun süre turlara hiç katılmadan kendi başımıza Avrupa'nın değişik yerlerini gezmeyle harcadık. Gezme merakı yüzünden de uzun bir süre çocuk düşünmedik. Zaman ve mekanla sınırlı olmayan bir yaşam tatlı geliyordu ve hep böyle sürmesini bekliyorduk.
Etrafımızdaki arkadaşlarımızın neredeyse tamamı artık çocuk sahibi olmuştu ve bize de bu yönde baskılar geliyordu. Ama bir bebekle uğraşmanın zorluğunu onlarla birlikte bizde yaşıyor ve onların eve hapsolmuş hallerini, uykusuzluktan kırılan gözlerini gördükçe iyice çocuklardan soğuyorduk. Zaman zaman çocuklarıyla bize geldiklerinde de o çocukların durmadan etrafa saldırmaları, hiçbirşeyden mutlu olmamaları ve durmadan ağlamaları o birkaç saati bile dayanılmaz yapıyordu.
Ta ki Fransa’nın ortalarında bir yerlerde bir yaz tatiline varıncaya kadar. Her yerinde olduğu gibi Fransa’nın o bölgesinin de şarapları ünlüydü ve gündüz gezilen şatolar gece içilen şaraplarla nefis bir tatil oluyordu. Döndükten sonra eşimde ilk belirtiler Kanlıca'dan beklenen misafirlerin gelmemesi oldu. Hatta aynı zamanda göğüsleri de şişince eyvah bir problem var deyip soluğu doktorda aldık. Aklımıza hiçbir şey gelmediği için de bu göğüsler niye şişti deyip mamografisine varana kadar her şeyi yaptırdık ve doktor mamografiden sonra hamile olmayasınız deyince aklımız başımıza geldi.
Hemen evde bir test yaptık. Hamilelik testlerinde bayanlar bilir çubuğa idrar damlatıldıktan sonra 4 dakika beklemeniz gerekir. Yıllar gibi geçen 4 dakikadan sonra çubukta iki nokta da kıpırdamadan bana bakıyorlardı.
Evet. Bu eşim hamile demekti. Belki kaybolur diye çubuk elimde bir süre daha bekledim.
Yaklaşık 4 saat bekledikten sonra artık ikna olmuştuk. Tanrım! Biz ne yapmıştık. İkimizde oturduğumuz yerden kalkamıyorduk. Herkes kendi açısından olayı değerlendirmeye başladı. Konuşmadan birbirimize bakıyorduk ama kafamızda binlerce düşünce çarpışıyordu. Gözümün önünde ağlayıp zırlayan çocuklar dönüp duruyordu. Baba olmayı kesinlikle kendime yakıştıramazken artık bütün yaşantımızın baştan sona değişeceğini hissediyordum. Hiçbirşey eskisi olmayacaktı. Artık eskiden endişeyle seyrettiğim çocuklu arkadaşlarımız gibi olacak, uzun bir süre eve tıkılacak ve sinemaya gitmek dahi hayal olacaktı. Erken yatıp erken kalkacak her yere elimizde bir çocuk ve onun bir bavul dolusu eşyalarıyla gitmek zorunda kalacaktık. Elveda meyhaneler, geziler, sinemalar ve arkadaşlar.
Uzun süren tereddütlerden sonra kaderimize boyun eğdik ve bu durumu kabullendik ama bu seferde başka bir problem ortaya çıktı. Aklımıza bir şey gelmeden yaptırdığımız mamografide vücuda verilen radyasyon acaba bebeğe bir zarar vermiş miydi? Geç de olsa bir bebek sahibi olmaya kendimizi hazırlamışken bunun mutluluğunu yaşayamadan bu sefer aklımız acaba mamografi sırasında birşey oldu mu sorusuna takılı kalmıştı. Yine uzun süren araştırmalardan sonra son bir kez de doktorumuzun tavsiyesiyle bu konuda araştırmalar yapan bir üniversiteden randevu almaya karar verdik.
Ama ben işimin yoğunluğu dolayısıyla eşimle birlikte hastaneye gidemedim. Eşim de devlet üniversitelerinin o yoğun ortamında bütün gün ayakta beklemek zorunda kaldı. Önceleri hafif bir bel ağrısı başladı. Bir hafta sonra eşimin şiddetli bir kanamayla hastaneye kaldırıldığını öğrendiğimde hayatımın en panik anlarını yaşadım. Aklımda bin bir düşünceyle hastaneye koştum. Eşim iyiydi ama artık hamilelik çok riskli hale gelmişti. Hastane tedavisine rağmen kanaması kesilmedi. O günden sonra yataktan hiç kıpırdayamadı. Yemek, yıkanma dahil bütün ihtiyaçlarını yatakta karşıladı. Ev ve hastane arasında geçen hamilelik boyunca eşim çok büyük acılar çekerek türlü ilaçlar ve tedavilerle hamileliğin sağlıklı geçmesine çabaladı. Ama başaramadık. Doktorların olağanüstü gayretine rağmen 5. ayın sonunda hamilelik sona erdi. Bebeği kaybettik. Herkesin bebeğiyle çıktığı hastanenin doğum servisinden beraberimizde götürebildiğimiz tek şey hayal kırıklığımız ve hüznümüzdü.
Yine eskisi özgürdük ama bu özgürlük hiçbir anlam taşımıyordu. Bir sene boyunca eşim hem fiziksel hemde psikolojik olarak kendisini toparlamaya çalıştı. Kendisini işine verdi. Tatillerimizde yine deliler gibi gezdik. Eski yaşantımıza geri dönmeye, herşeyin eskisi gibi olmasına çalıştık. Ama olmadı. Bebeğimizi hiç unutamadık. Hep birşeyler eksik kaldı. Hep acaba bu kadar tereddütlü olduğumuz için tanrı bizi cezalandırdı mı diye düşündüm. Bizi en çok üzen hamilelik sonucunda belli olan gen testlerinin sonucunda bebekte hiç bir problem olmamasıydı. Mamografideki radyasyondan korkup testler için hastanede ayakta beklemenin sonucunda oluşan problemlerle bebeğimizi kaybetmiştik oysa bebekte hiçbir problem yoktu.
Bir buçuk sene sonra bu sefer bilerek ve isteyerek çocuk sahibi olmaya karar verdik. Birincisi nasıl olsa hiç beklenmedik bir anda çabucak olmuştu yine öyle olmasını bekliyorduk hatta korunmayı bıraktıktan sonra ertesi sabah çocuk mobilyası bakmaya bile gittik. Ama olmadı. Karavana. Hiç gelmemesi gereken misafirler her ay düzenli olarak geldi. 7 ay uğraştık.. Benim için keyifli geçen bir süreydi ama bir yandan da endişelenmeye başlamıştım acaba bende bir sorun mu vardı. Bende bir sorun varsa ilk hamilelik nasıl olmuştu. İlk hamilelikte etrafa itinayla hamile bırakılır diye hava atarken bana kızgınlıkla bakan arkadaşlarımdan beter olmuştum. Eşime göre çok zor, bana göre çok keyifli geçen 7 ayın sonunda nihayet misafirlerden kurtulduk. Göğüsler yine şişti. Bu sefer öğrenmiştik panik olmadık. Yine bize ilk hamilelikte olağanüstü yardımcı olan doktorumuza koştuk. Eşimin hamilelik sürecinde yaşadıkları ve bana çektirdiği eziyetler tamamen ayrı bir yazı konusu. Onları sonra yazacağım.
Şimdi 16 aylık olan dünya tatlısı bir kızımız var. Kısaca Isot diyoruz. Onsuz bir saat geçirmeye dahi tahammül edemiyorum. Aksam 6'yi zor yapıyorum. Hiç oyalanmadan eve ona koşuyorum. Eşimin ilk hamileliğinde artık hiçbirşey eskisi olmayacak diye endişelenmiştim. Yanılmışız. Artık herşey eskisi gibi. Hatta eskisinden daha güzel. Hiç uzun süre eve kapanmadık. Yine tatillerimizde deli gibi geziyoruz. Isot'u ne mi yapıyoruz onu da götürüyoruz. Yaşına basmadan Avrupa'nın yarısını gördü. Hatta bazan iyi oluyor.Geçen yaz Isot'un sayesinde çocuklu aile sınıfına girip yaz aylarında yer bulmanın çok zor olduğu Fransa’nın sahil kasabalarındaki otellerde yer bile bulduk. Bizimle beraber geziyor. Bizimle beraber uyuyor. Biz yemek yerken oda kendi mamasını içiyor. Oda bizim gibi gezmekten acayip keyif alıyor. Öğle uykusu geldiği zaman gölgeye çekilip biz de dinleniyoruz. Çocuk sahibi olmak için tereddüt edenlere sesleniyorum. Unutmayın her şey nasıl yaptığınıza bağlı. Çocuk asla ayak bağı değil. İsterseniz onu da kendi yaşantınıza uydurabilirsiniz. Etrafınıza da çok kulak asmayın.
Doktoru Isot'un gelişiminden çok memnun. Bu sevgiyi arkadaşınızın çocuğunda yaşamanız mümkün değil. Hiç eşimi aldatmadım ama onu artık kızımla aldatıyorum. Eşimi uyutup kızımla alışverişe çıkıyorum. Artık yürümeye de başladı. Çocuk sahibi olmak için yaşadığımız bütün tereddütlerin de boş olduğunu geç de olsa öğrendim. Sadece biraz daha dikkatli davranmak yeterli. Ayrıca hafta sonları erken kalkmak hiç de fena değilmiş. Elbette diğer çocuklar gibi ağlıyor zırlıyor ama eğer iyi bir iletişim kurabilirseniz kaç aylık olursa olsun sizi mutlaka anlıyor ve sözünüzü dinliyor.
Isot, hayır kızım, klavyemin üstüne oturamazsın, mamanı burada içemezsin. Bak yazı yazıyorum. Isot kulağımı ısırma kızım, dikkat mamanı dökeceksin.
Dikkaaatt...