Derlerki,
Dünyanın çukurlar ve tepelerden oluştuğu zamanlarda,
Küçük bir kırlangıcın yolu düşmüş bizim gezegenimize...
Kırlangıç ürküntüyle bakmış, bu kara parçalarından oluşan gezegene..
Yanlızca taşlar ve korkunç çukurlar olan dünyamızı yaşanılır kılmak istemiş.
O sırada rengarenk bir gökkuşağı belirivermiş.
İşte o zaman kırlangıcın aklına çılgınca bir fikir gelmiş,
Uçmuş....
Gökyüzünün sonsuzluğuna doğru...
Gökkuşağından renkleri taşımaya başlamış yeryüzüne..
Beyazları getirip, yeryüzüne bıraktığında;
Papatyalar açmış.
Kırmızılardan gelincikler..
Sonra yeşil..
Hertaraf çayır çimen olmuş...
Maviyi taşırken yorgun kanatları daha fazla çekememiş bu yükü,
Ve kocaman bir yarıktan içeri düşüvermiş Mavi...
Kırlangıç çok üzülmüş.
En fazla o rengi severmiş.
Öyle ağlamış ki,
Gözyaşlarından çukurlar suyla dolmuş.
Derler ki, Deniz ondan mavidir, gözyaşı tuzludur..
Çoğumuz bu mitolojik hikayeyi büyüklerimizden dinlemişizdir.
Güzellikleri görebilmenin bir meziyet olduğuna inanmışımdır hep..
Bunların varlığı bile bizi mutlu etmeye yetmeli.
Güzellikler ki, sadece görsel değildirler.
Güzellikler ki, yaşamımızı çekilir kılarlar.
Çoğu zaman karşımızdaki güzelliğin bizim için ne kadar değerli olduğunu fark etmeden yaşarız.
Ta ki onu kaybedinceye kadar...
O zamanda aynı kırlangıcın yaptığı gibi oturup ağlarız.
Ama gözyaşlarımızdan çukurlar dolmaz, denizler oluşmaz..
Sedece kaybettiğimiz güzelliğin acısını çeker,
bir kez daha böylesi bir güzellkle karşılaşabilme umuduyla yolumuza devam ederiz..